Aksaray Bayan Masör – Masör Ece

Aksaray Bayan Masör – Masör Ece

Aksaray Bayan Masör ayrılığımızdan ürküyordum; ama bunu pek de aklıma getirmiyordum; bu ayrılığın, Jacques’la beni bu denli yakınlaştırmış olmasından öylesine lukliydim. Jacques, gitmeden bir hafta önce, ailece yiyecek yedik. Yemekten sonra Jacques’ın arkadaşı Riquet Bresson geldi, Jacques, onlarla beraber, L’Eguipage filmine götürmek istedi beni. Bunca zamandır beklediği halde, hiç evlilik sözü açılmamış olmasından usanmış olan annem, artık dostlığımızı eskisi benzer biçimde hoş karşılamıyordu. Onlarla gitmeme izin vermedi. Yalvardım, yakardım, yengem de benden yana çıktı; sonucunda annem, baktı ki olacak benzer biçimde değil, izin vermekten başka çıkar yol bulamadı. Sinemaya gitmedik. Jacques, beni Stryx’e, kendisinin “müdavimlerinden” biri olduğu Huyghens sokağındaki barlardan birine götürdü. Beni, Riquet’le kendi arasına, yüksek bir bar taburesine tünetti.

Aksaray Bayan Masör ufak adıyla sesleniyor, Michel diyordu. Bana bir Martini ısmarladı. Daha önce kahveye bile gitmemiştim hiç; oysa şimdi, gecenin bir yarısında, iki delikanlıyla beraber barda oturuyordum. Bu gerçekten olağanüstü bir şeydi benim için. Renksiz veya alacalı şişeler, kaseler dolusu zeytinler, tuzlu bademler, ufak ufak masalar; her şeye merakla bakıyor, merakla inceliyordum. Ve en şaşırtıcı olan da, bunun Jacques için çok iyi tanınan, bilinen bir görüntü olmasıydı. Kokteylimi bir dikişte yuvarladım. Daha önce hiç alkol almadığım, şarap bile içmediğim için, bir süre sonrasında kafayı iyice buldum.

Aksaray Bayan Masör

Ben de barmene Michel demeye başladım; kafam bayağı ağırlaştı; Jacques’la Michel, ufak bir masaya oturup barbut oynamaya başladılar; beni hiç tanımıyormuş şeklinde yapıyorlardı. Ben de, çoğu buz benzer biçimde donuk, isveçli gençler olan öteki müşterilerle ilgilenmeye başladım, içlerinden biri bana ikinci bir Martini söylemiş oldu. Jacques’ın bir işareti üzerine, kadehi olduğu gibi tezgâhın arkasına boca ettim, işi idare edip, sarhoş havasını bozmamak için, birkaç kadeh kırdım. Jacques gülmekten kınlıyordu. Ben havalarda uçuyordum. Sonrasında Vikings barına gittik. Sokakta Jacques’la Riquet’in koluna girdim. Sağ koluma Jacques’ı taktım. Sol kolum sanki yok gibiydi. Jacques’la böylesine yakından birbirimize değmemiz, ruhlarımızın kaynaşmasını simgeliyor benzer biçimde geliyordu bana. Bana barbut oynamasını öğretti. Cini azca bir cinfiz ikram etti.

Kendimi canı yürekten onun ellerine bıraktım. Zaman yoktu artık. Rotonde tezgâhının başında mentalı dondurma yerken kendime geldiğimde, saat ikiyi bulmuştu bile. Çevremde bir başka dünyadan gelme yüzler yığılmıştı. Her köşe başında, beklenmedik patlamalar gibi, mucizeler oluveriyordu. Birlikte katliam işlemişçesine ya da Büyük Sahra’yı yürüyerek aşmışçasına, kopmaz bir beraberlik içinde Jacques’a bağlanmış hissettim kendimi. Jacques, beni,

Rennes sokağı 71 numaranın önünde bıraktı. Anahtarım vardı. Fakat annemler yatmamış, beni bekliyorlardı. Annem, iki gözü iki çAksaray ağlıyor, babamın suratından düşen bin parça oluyordu. Meğer Montparnasse Bulvarı’na, Jacques’lara gitmişler. Annem kapılan yıkarcasına çalmış, çalmış; neden sonrasında yengem uyanmış, kafasını pencereden uzatmış. Annem, “Kızımı isterim” diye tutturmuş avazı çıktığı kadar bağlarırarak, Jacques’ın şerefimi lekelediğini söylemiş. L’Equipage’a gittiğimizi, oradan da kahve içmek için Rotonde’a uğradığımızı söyledim. Fakat annemleri yatıştıramadım. Onların bu öfke nöbetleri artık beni eskisi kadar sinirlendirmiyordu; fakat sonunda ben de patladım; bir yandan ağlıyor, bir taraftan bağırıyordum. Jacques, ertesi gün beni Select’in terasında bekleyecekti.